29 Mart 2019 Cuma

Aytmatov'a yapılan eleştiri gerekli miydi?

Aytmatov'un edebiyat dünyasında ses getiren kitaplarından biri olduğunu okumadan önce,kulaktan dolma bilgilerle edinmiştim.Fakat kitabın sonuyla birlikte bu niteliği sonuna kadar hakettiği kanaatindeyim.Adeta kitap bir çocuk gözünden büyüklerin dünyasına,iyi-kötü kavramlarına açılan bir kapı olmuş.Yazar aynı zamanda tarihi dokuları okşayan küçük dokunuşlar yaparak millet unsurunu da eklemeyi evla görmüş olacak ki bunları eklerken bunları kuyumcu işçiliği ile ana konuya çok iyi bir şekilde bağlanmış, o kadar ki o tarihi unsurlar olmasa sanki konu eksik kalacakmış izlenimine kapıldım.
Kitap sonuna istinaden tarafımca söylenebilecek tek unsur acaba bu kadar acıklı mı bitebilirdi.Daha olumlu ve güllük gülistanlık bitemez miydi?
Aytmatov bu soruyu zamanında, eleştirmenlerce yoğun tenkit yazısı almış olacak ki kitabın sonundan sonra eleştirilere karşı bir yazı kitabın sonunda yerini almıştır.En temelde de yazı kitabın sonunun kötü olmadığı,aksine bu kitabın ancak böyle bir sonla bitebileceğini etraflıca açıklamıştır.Kişisel olarak şunu söyleyebilirim kitap bu sonla biterek katarsis bir biçimde iç huzuru sağlayıp ahlaki olarak yüceltmeyi de peşi sıra getirmiştir.Böyle bir son dışında oluşturulacak olumlu sonuç kısmı bu kadar etkili olamazdı.

18 Mart 2019 Pazartesi

BÜYÜK DESTAN:ÇANAKKALE

Bugün 18 Mart 2019,tam 104 sene oldu şanlı zaferin üzerinden geçeli.

Bir savaş düşünülsün ki,savaş alanında metrekare başına bin adet mermi düşmüş olsun,havada birbiriyle çarpışıp iç içe geçmiş  mermiler,ve daha yüzlerce aklın tahayyül edemeyeceği yaşanmışlıklar...

Çanakkale'ye bir gezi esnasında o meşhur Çanakkale Zaferi ile alakalı aslında hiçbir şey bilmediğimi öğrendim biraz acı bir tecrübe oldu aslında.Bu savaş ile alakalı o kadar hatırat var ki,yapılan hiçbir film,dizinin bunları anlatmaya kafi geleceğine inanmıyorum.Meçhul asker,onbeşliler,parmağı savaş anında koptuğu halde tetiğe basmaya çalışan asker ve o meşhur helallik isteyen lapsekili asker daha burada zikredemeyeceğim nice asker.
...
Çanakkale esasında bir milletin,bittik diyen bir milletin tekrardan asasına var gücüyle asılıp o Türk Bayrağını,o şanlı bayrağı,yeniden ebediyete değin göndere çekmesinin tecellisidir.O imkansızlıklarda,o yoklukta var gücüyle süngüsünü düşmanın göğsünü parçalamasının,belgeli ispatıdır.

Zamanında Mehmet Akif'in bir şiirini ezberlemiştim;Çanakkale Şehitlerine,hani hepimiz biraz olsun duymuşuzdur,bu şiirden birkaç dizeyi,şöyle başlardı şiir hatta;

''Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? 
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,''
Mehmet Akif ERSOY
...
Bu şiiri ilk okuduğumda daha lise yıllarındaydım,öyle pek de şiirmiş,sanatmış bunlarla ilgili değildim,doğruyu söylemek gerekirse şiirden de pek bir şey anlamamıştım.Ama şiir daha ilk okumamda hafızamda yer etmeye başladı,ilmek ilmek kazınmaya başladı,belleğime.Her okuyuşta,kafamda yerine oturmaya başladı taşlar da,şiirle birlikte.
...
En başta yazıldığı gibi Çanakkale Zaferi bir milletin yeniden hür iradesine kavuşmasının başlangıcıdır
Şehitlerimizin ruhu şad olsun



17 Mart 2019 Pazar

İSTİKLAL MARŞI'NA İSTİNADEN

Bu yazıyı daha önceden 12 Mart sonrasında hemen yazmalıydım,ancak kısmet bugüneymiş artık, bugün yeni bitirebildim.12 Mart 1921 günü,İstiklal Marşı'na yalnızca bir şiir yazıldı diye bakmak onu sığlaştırmaktan öte değildir,yazılırken hissedilen duygunun tarifinin de olmadığı aşikar.Ancak hatıratlardan anlatıldığı kadarıyla da bu müthiş şiirin yazılış sürecine bakmak gerekir ki yazıldığı zamanın ruhunu anlayıp,bu ruh hissedilebilsin.Çünkü;biliyoruz ki Akif gibi daha çok islami yönü ön planda olan bir sanatçının Bedr'e denk tutmak,Kabe'ye denk tutmak Akif gibi bir şahsiyetin açıkça ifade edeceği tabirler değildir.O yüzden marş okunurken yüzeysel düşünmekten ziyade derin manasında düşünselliğe gitmek daha yerinde olacaktır.Esasında Akif'in yazdığı şiirin marş olarak seçilmesi de bir hayli ilginçtir. Meclis kanunu ile bir istiklal marşı yarışması açılır,bu açılan yarışmada da dönemin önemli sanatçılarının şiirleri vardır,Kemalettin Kamu,Hüseyin Suat Bey,Mehmet Muhsin Bey bunlar şiirleri ile yarışmaya katılan sanatçıların yalnızca bir kısmı,diğer katılan şiirler de incelendiğinde onların da ne kadar güzel olduğu,gün gibi ortadadır.


‘‘Türk'ün evvelce büyük bir pederi/ Çekti sancağa hilal-i seferi/ Kanımızla boyadık bahr-ü berri/ Böyle aldık bu güzel ülkeleri.
İleri, arş ileri, arş ileri/ Geri kalsın vatanın kahbeleri.

Seni ihya için ey namı büyük/ Vatanım uğruna öldük, öldük/ Ne büyük kaldı bu yolda ne küçük/ Siper oldu sana dağlar gibi Türk.

Yürü, ey milletin efradı yürü/ Ak süt emmiş vatan evladı yürü.

Vatan evladını kurban edeli/ Milletin hür yaşamaktır emeli/ Veremez kimseye bir Çamlıbel'i/ Bağlanır mı acaba Türkün eli. 


İleri, arş ileri, arş ileri/ Çiğnenir çünkü kalan yolda geri.’’ 


Hüseyin Suat Bey
--------------------------------------------

‘‘Göz yaşına veda et/ Ey güzel Anadolu/ Hakkını korur elbet/ Türkün bükülmez kolu.

Cenk ederiz genç, koca/ Bugün değil yarın da/ Yadımız ağladıkça/ İzmir ezanlarında.

Hak yolunda kan olur/ Dünyalara taşarız/ Ya şerefle vurulur/ Ya efendi yaşarız.

Her gün yeni bir hile/ Arkasında satıldık/ Her gün yeni bir dille/ Yurdumuzdan atıldık.

Yeter ey Kabemizi / Elimizden alanlar/ Alıkoyamaz bizi/ Yolumuzdan yalanlar.’’

Kemalettin Kamu
--------------------------------------------
‘‘Yıllarca altı cephede ateşle kanlara/ Türkün hilal-ü dinine düşman olanlara/ Ceddin o, yıldırım gibi saldın zaman zaman/ Yüksek başın eğilmedi bir an cihanlara.

Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım-şitab/ Göster cihan-ı mağribe bir kanlı inkılab.

Ey mazi-i havariki bin dasitan olan/ Garbın zalam-ı zulmüne yüz yıl kılınç salan/ Arslan yürekli ordu/ demir giy, silah kuşan/ Zira hududu kapladı ateşle kan duman.

Arslan mücahit ordusu, ey haris-i salah/ Destinde seyf-i hak gibi bin şanlı bir silah/ Açtın sema-yı millete pür nur bir sabah/ Ati bizim, bizim artık vatan, zafer, felah.

Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım şitab/ Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkilab.’’


Mehmet Muhsin Bey
--------------------------------------------

Gelelim yarışmaya çoğu kişinin bildiği bir hikaye dönemin meclisi bir milli marş yarışması açar,kazanana bir kese altın verilecek ve yazdığı şiir güftelenip milli marş olarak kabul edilecektir.Çoğu kişi bunları kulaktan da olsa birilerinden duymuştur.Ancak;Akif'in ne şartlar altında bunu yazdığını,cepheyi görmese bile bu marşla cephe gerisinden,cepheyi nasıl bu kadar realistik bir bakış açısı ile aktarıp yeri gelip milli yeri gelip dini unsurlar ile harmanlayarak,Anadolu'nun bağrına marşı nakış gibi,ilmek ilmek işlediğini bilmiyoruz aslında.Yazılış hikayesi ise anahatları ile şu şekilde olmuştur;Meclisin açtığı İstiklal Marşı yarışması münasebeti ile kazanana bir kese altın ödül olarak verilecektir.Mehmet Akif'in,sırf parayla milli marş yazılmaz diye yarışa şiiri dahi göndermez dönemin milli eğitim bakanı Hamdullah Suphi görür ki Akif'in şiiri gelmemiştir,hemen Akif'e mektup yazarak ödül konusunun çözüleceğini aktarır.Akabinde Kuşçubaşı Eşref'in evinde bugünleri takip eden günlerin birinde buluşulup sohbet esnasında dip odaya çekilen Akif,uzun bir süre odadan çıkmaz Kusçubaşı Akif'i merak eder ancak kalkıp bakamaz,içeriden de ilginç sesler gelmektedir sonrasında Akif, odadan çıkar Kuşçubaşı ile vedalaşıp oradan ayrılır ancak Kuşçubaşı adı gibi emindir ki Akif bir yerlere bir şeyler yazdı,gaz lambasını alıp Akif'in çıktığı odaya dalar masaya,yere her yere bakar ne kağıt ne kalem var sonra lambanın duvara yansıyan gölgesinde bir şey görür.Akif,kalem-kağıt bulamadığından duvara tırnağı ile marşımızın ilk iki mısrasını kazımıştır;

"Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak."
Akif'in de dediği gibi Allah bu millete bir daha İstiklal marşı yazdırmasın.

18 Ocak 2019 Cuma

İletişime teknoloji damgası


  Değerli okurlar,yazıma iletişimsizlik gibi bir kelime ile başlamak istiyorum,iletişimsizlik,iletişim bozukluğu adına ne derseniz deyin aynı durumu kastediyorum,insanların birbirini yolda,sokakta,ötede,beride birbirinden kaçarcasına selam vermeyip kendi dünyalarına çekilmesi,bu dünyada kendi benliğini arayışı, esasında bu tam anlamıyla bir kendi dünyasına da çekiliş değildir,
fark ettiniz mi bilmiyorum ancak son zamanlarda(özellikle son 6-7 senelik süreç içinde) insanların birbirine de tahammülü kalmadı sabır testisi kırıldı,taştı,hatta tuz buz oldu o sabır testisi resmen, bunun  birinci sırada yer aldığını düşündüğüm sebeplerinden biri teknoloji,yani diyebiliriz ki;teknoloji,tahammülsüzlüğü bu da iletişimsizliği ortaya çıkartmıştır bunu sebepleri ile beraber alt paragraflarda açıklayacağız.
  Siz değerli okurlara teknolojinin tam anlamı ile ne olduğunu kuru bir tanım ile açıklamaya çalışacağım ama buna çok takılmayın zaten teknolojinin ne olduğunu bilmeyenimiz yok sadece önümüzde bulunsun maksadı ile yazılacak ee ne de olsa söz uçar yazı kalır demişler.
  Teknoloji:Bir sanayi dalı ile ilgili yapım yöntemlerini, kullanılan araç, gereç ve aletleri kapsayan bilgi.Bu bilgi ilk aşamada yalnızca belli alanlarda iken artık resmen her alanda kendini bulmuş oldu.Şu an bu yazıyı dahi böyle bir alan içinde icad edilen bir makineden yazmam,gelinen noktayı yeterince özetlemektedir.
  Teknoloji,dünya üzerinde en hızlı gelişen saha olduğu ortada,neredeyse her işimizi teknolojik aletlerle yapar olduk alış-verişten tutun  da yazı yazmaya,sınav başvurusu yapmaya kadar,birimizle  iletişime dahi geçerken bu cihazları kullanır olduk.Peki biraz da bu teknolojik aletlerle kurduğumuz iletişime bakalım gerçekten bu teknolojik aletlerle kurulan iletişime inanan var mı? Şahsım adına konuşmak gerekirse ben inanmıyorum,bunun sebebi de gayet açık çoğumuzun sosyal medya hesabı var ve burada da kendimize arkadaş edindiğimiz kişiler var hangimiz gerçek yaşamda buralarda edindiğimiz arkadaşlara yer verir,yahut selamlaşır hele ki iletişimsizliğin veba gibi yayıldığı şu dönemde,ben şahsen inanmıyorum.Buna iletişim denemez dense dense belki de iletişimcik denilebilir.İşte esasında bizleri bu noktaya getiren yer bu denli olan teknolojik gelişmeler yazının bu kısmına kadar teknolojiyi dünyanın en kötü şeyi olarak gösterdim ancak madalyonun bir de diğer kısmı var bunu da eskilerden beri söylenen bir sözle sizlere açıklamak istiyorum.
Azı karar çoğu zarar derler,bu saha,bu teknoloji sahası da öyle bir gelişme kaydetti ki;artık insanlara faydadan çok zarar vermeye başladı bunu sizlere bir örnek ile açıklamaya çalışacağım,bir kişiyi yılan soktuğu zaman o yaranın iyileşebilmesi için panzehrinin bulunması gerekir peki nedir panzehir derseniz panzehir aslında o örnekte verilen yılan zehrinin işlenip,ilaç haline getirilmesinden başka bir şey değildir,bu ilaçlar kişiye belli dozlarda verilerek o panzehirin zerk edildiği vücutta bulunan zehri atması sağlanır,yani ilaç aslında zehirden oluşmaktadır fakat dozu fazla alırsanız yine zararlı olacaktır ve fayda etmeyecektir,günümüzde de teknoloji tıpkı bu panzehire benzer ve bunun gibidir ihtiyacımız açık şekilde var bunu inkâr edemeyiz,ortada ancak yeterli dozdan fazlası insanlara,kişilere faydadan çok zarar getirecektir fakat bu demek değildir ki;teknoloji son derece zararlıdır ondan daima uzak duralım,böyle bir şey mümkün de değildir zaten.
  Ancak şunu söylemeden geçemeyeceğim bir çocuk düşünün 4-5 yaşlarında elinde akıllı telefon sabahtan akşama kadar onunla oynuyor,yemek yemiyor diye eline ebeveynleri tarafından tutuşturulmuş bir cihaz,o çocuk acıkınca bir şekilde elbet yemek yiyecek,doyacak ama o cihaza doyması mümkün değil çünkü;o cihazın içine öyle bir şey yerleştirmişler ki;değil çocuklar bizler,büyükler dahi elimizden düşüremiyoruz çocukların bırakmasını beklemek nafile bir beklentiden öte değildir.
Gelelim yazının başından bu yana esas değinmek istediğim noktaya tahammülsüzlük bu kelimeyi ben de dahil kafamızda iyi tutalım hatta bir daha söyleyelim büyükçe de yazalım;TAHAMMÜLSÜZLÜK.
Yazı yazarken karşılaştırma yapmayı çok seven ben bu yazıda da karşılaştırma yapmadan edemeyeceğim,nedir bu karşılaştırma yapılacak durum derseniz, eski dönem insan ilişkileri ile yeni dönem insan ilişkileri
  Değerli okuyucular bizler eskiden çevremize insanlara fazlaca saygı gösterip,başkalarına saygının, kendimize saygı olduğu şiarından ayrılmazdık.Araçla seyir halindeyken yolda yaya gördüğümüz zaman ona yol verirdik,şimdi resmen bir yere bir saniye geç kalacağız diye,saliseleri sayar olduk,bir arkadaşımıza sosyal medya hesabımızdan mesaj attıktan 5 dakika sonra arayıp neden cevap vermedin ne oldu diye hesap sorar olduk,bizden büyükler değil miydi mektup yazdıktan 1 ay sonra mektup cevabı alan,ne ara teknolojiye kendimizi bu kadar kaptırdık,ne ara bu kadar tahammülsüz bireyler olup yine aynı tahammülsüzlük anlayışı ile bireyler yetiştirmeye çalışır olduk.
Gerçekten biz ne zaman böyle olduk ki?

15 Ocak 2019 Salı

Yar ucu


Bir,üç,beş derken
Sabaha kadar
Sayıkladım nefesini
Tan atsa da unutur muyum sandın elini?

Çıktım yine sensiz yolun en sessizine
Bir haykırış mıydı o sessizliği delip geçen
Hayır,yo,hayır haykırış değil ki bu
Ardı arkası kesilmeyen bir çocuk çığlığıymış,duyduğum

Bıraktım arkamda duymaz oldum sesi
Yahut alıştı kulağımın her zerresi
Bu defa geçiyorum,
Yürüyorken,uzunca bir koridora

Ucu yok,
Soluk soluğa,
Akılda tek düşünceydi;
Nefesi yüreğe katan

Yalnız sen
Yolun sonu uçurum
Yolun sonu siyah
Yolun sonu puslu

Saçlarınsa burcu burcu;sen
Dünya dönüyor,
Ellerin yeniden ellerimde
Uçurumdan nasıl sarkmışken bir anda ben

Git,gelme artık düşme peşimden sen
Ansımıyorum artık seni!




12 Ocak 2019 Cumartesi

Sahi beğenilmek mühim mi bu kadar?

  Gün geçmiyor ki karşılaşılan durumlara ilişkin şaşkınlığımızı gizlemekte zorlanmayalım.Her geçen bir gün insan ilişkileri geçmişe değin farklılaşarak günümüz modern dünyası içinde allanıp pullanıp bir şekilde bugünlerde tekrardan önümüze çıkıp insanı bir yaşına daha bastırıyor.
Bir tabir vardır,''laciverde boyayıp annesine satmak'',bizler de esasen geçmiş norm ve toplum tarafından kabul görmüş yahut dayatılmış değerleri laciverde boyayıp yeni,modern tarzda benimseyip hayatımızı da o değerlerin etrafında şekillendirmeye başlıyoruz tıpkı geçmişte olduğu gibi.Bundan mütevellit denilebir ki; geçmiş bugünün tekerrürüdür.Geçmişte radyo revaçta idi bugün Televizyon,geçmişte at arabaları kullanılırdı bugün otomobil,bu durum değerlere de yansımış durumdadır.
Bu şaşkınlıkların başında ise en kaba tabir ile ''beğenilme güdüsü'' yer alıyor.Beğenilmek yüzyıllardır insanoğlunun içten içe yaşadığı en büyük temennisidir.Bu temenni,güdü ve duyguyu iki başlığa ayırmak gerekir.Bunlar;
1)Geçmiş-şimdiki dönem beğeni duygusu
2)Modern dönem beğeni duygusu

  İlkine tamamen tek taban olarak dış görünüş beğendirme çabası denebilir.Bu beğendirme isteği ilk insandan günümüze kadar sürmüştür,sürmeye de devam edecektir.Bu ne zaman sonlanacak diye bir soru sorulacak olursa, cevabı insanlık neslinin son ferdi bu dünyadan göç edene kadar diyebiliriz.Yani; bir çizelge çizersek ilk insanla başlayıp son insanla son bulacak olan doğrusal bir düzlemde beğenilme duygusu her zaman var olacaktır.

İkinci kısım ise modern dönem beğeni duygusu ve yazının temelini oluşturacak başlık bu olacak.
  Bu kısım için ise söze şöyle bir soru ile başlamak istiyorum dünyanın en güçlü cihazı nedir? Bir kamyon mu,yoksa bir tır,yada bir uçak bana sorarsanız dünyanın en güçlü cihazı elimizden düşürmediğimiz telefonlardır koskoca irade sahibi olan bizleri kendisinin bin katı büyüklüğünde vinçleri,uçakları kullanan insanı etkisi altına alıp tuvalette dahi kendine yer eden bir makine elbette dünyanın en güçlü cihazı olacaktır.
  Bu makinelerin içine bir dünya yerleştirmişler,adına sosyal medya diyorlar.İnsan da bu bu dünyada kendine yer edinip varlık ispatından haliyle geri durmuyor.
İnsan olarak geçmişte olduğu gibi görselliğe önem veriyoruz bundan dolayı da boy boy fotoğraflarımız sosyal medyada bulunuyor çünkü;kendimizi sözde ispat etmemiz gerekiyor.Fotoğrafımız arttıkça takipçi kazanıyoruz takipçi kazandıkça kalabalıklaşıyoruz,kalabalık oldukça ise yalnızlaşmaktan öteye bir arpa boyu adım atamıyoruz.Bunun sebebi aslında ilk başta söylediğimiz beğenilme güdüsü,bu beğenilme güdüsü bizleri kendimize ait olmayan sahte maskeler kullanmaya zorluyor.
  Bu sahte maskelerin ardında ise mutsuz,bedbin ifadeler kendini gösteriyor.Fakat o bedbinliği görmemek adına aynaya dahi çıplak yüz ile bakamıyoruz yalan makyajlarla,zoraki tebessümle aynaları ve takipçileri kendimize dost edindiğimizi sanıyoruz fakat aslında yalnızca kendi içimizden dışımıza bir kaçış içinde olduğumuzdan haberimiz bile olmuyor.
Bu demek değildir ki; beğenilmek kötüdür beğenmeyelim tam da aksine her insan beğenilmeyi elbette ister belki de dünyanın en güzel duygularından biridir başkası tarafından beğenilmek.
Ancak bu,sahte gülüşler,gerçek olmayan maskelerle olamaz,ancak ve ancak insanı,insan diye severek gerçek anlamda bir beğeni duygusuna ulaşılabilir.Sözlerimi çok sevdiğim şu sözlerle bitirmek istiyorum;
Dışı herkes sever asıl iş iç dünyayı sevebilmek,herkese her şeye rağmen.



10 Ocak 2019 Perşembe

Nedir bu insan?

-Aristo'nun İnsanı-
İnsanlık nedir sorusu ile yazıya bodoslama bir giriş yapmak istiyorum. İnsanlık nedir? Beşeriyyet nedir? Aslında beşeriyyet ve insanlık nedir sorularından önce insanın tanımını yapmak icap edecektir. Felsefik olarak bakarsak büyük düşünür Aristo'nun tanımı ile ''insan düşünen bir hayvandır''.Zannımca bu tanımda bir sıkıntı olduğu aşikardır. Evet belli bir yere kadar bu tespiti savunabiliriz.İnsan düşüncesi ile var düşünce yoksa insan da yok fakat insan sadece düşünen bir hayvan da değildir bu tanım insanı tamamen kesip biçerek,son derece sığ bir kalıba sokma çabasından ileriye gidemeyen bir durumdur.İnsan evet düşünür,düşünecektir hayvandan ayrılan en önemli özelliği de budur zaten,ancak insan ferdi bir varlık olmadığından bu düşünce insanın sadece kendisini değil çevresini de bir o denli etkileyecektir,düşüncesi ile çevresinde yer bulur yer edinir saygın kişiler tarafından hürmet görür.Bu hürmet ile de göğsü kabarır.
İsmet Özel Amentü isimli şiirinde;
''İnsan 
eşref-i mahlûkattır derdi babam''
dizeleri ile şiirine başlar.''Eşref''kelimesi tarihteki yazılı olan kaynaklarda ilk defa Da'i Mehmed Efendi'nin Nevhatü'l Uşşak isimli eserinde geçtiğini de belirtmek gerekir.Şeref kelimesi arapça kökenli olup en onurlu,en şerefli anlamlarında kullanılmaktadır.

Bu kadar teorik bilginin ve insanın etrafında anlamsal olarak bir daire çizdikten sonra insanın bu evrendeki yerine de göz atmak sanırım elzem olacaktır.İnsan,bu dünyaya geldiği ilk günden beri bir takım inançların peşinde koşmuştur,koşacaktır,koşmalıdır.Ancak insan bu şekilde hayatını belli gayeler çerçevesinde oturtabilir ve kendini hayatın amacına kaptırmış olacaktır.
İnsanlık tarihi boyunca insan, inanmak isteyen bu inancı için çaba sarf eden bir varlık olmuştur.Eğer Türklerden yola çıkarsak kimi dönem bu inanç Gök Tanrı kimi dönem buda,kimi dönem de ise Allah(c.c) olmuştur bu sadece Türklerde mi böyledir?Tabii ki hayır dünya üzerinde hangi topluluk varsa büyük bir güce inanmak ona ibadet ve şükür etmek istemiştir bunun sebebi ise karşılaştığı sıkıntılar karşısında bu sıkıntılarla baş edemeyeceğini anlayıp bir ulu güce dayanma ona dua edip ona yalvarmaktır.Bu sıkıntılı durumdan da ancak böyle kurtulacağına inanır.
Burada yazıyı noktalarken Aristo'nun dediği gibi insan sadece düşünen bir hayvan değil bunu ötesinde dünya üzerindeki yaratılmışların en şereflisi tabir-i caiz ise ''eşref-i mahluk''tur.
Her zaman da bir şekilde inanmak istemektedir.

Aşk Cinayetiymiş!

Geçenlerde bir haber gördüm:"Aşk cinayeti" İnsan düşünüyor.Aşkın cinayeti olur mu?Aşıksan neden cinayet işlersin?Hele ki sevdiğin ...